Bu makale ilk olarak Defter dergisinin Sonbahar 1997 tarihli 31. sayısında, daha sonra denemelerden oluşan Ev Ödevi kitabında yayınlanmış. Oyunun adaletle olan kadim akrabalığını hatırlatan Nurdan Gürbilek, edebiyatta ve bilhassa Oğuz Atay'ın eserinde şakanın, alayın ve oyunun adalet duygusu ile ilişkisine yakın plan bir bakış sunuyor.
Homo Ludens ’in yazarı [Huizinga], oyun ile adaletin arkaik birliğinden söz etmişti; adaletin henüz oyun dışında olmadığı, tersine adli uyuşmazlıkların kutsal bir oyun olduğu çağları, her şeyin gülüşmeler içinde geçtiği adli uygulamaları, haksızlıkların cezalandırıldığı mizah yüklü adli oturumları anlatıyordu. Hemen heveslenmeyelim: Çünkü Huizinga bu yakın geçmişle olan manevi bağlarımızı çoktan kaybettiğmizden de söz eder; çalışma, eğitim ve demokrasi ideallerinin, üretkenlik ve yarar kavramlarının damgasını vurduğu modern çağ bugün bizleri oyunu ciddiyetle karşıtlığı içinde algılamaya mahkum etmiştir.
(...)
Homo Ludens yüzyılın ilk yarısında, 1938'de yazılmıştı. Modern çağın vaatlerinin sorgulandığı, sınırlarının gündeme geldiği sonraki yıllarda oyun-ciddiyet karşıtlığı eski önemini bir ölçüde yitirdi; oyun kavramı felsefe gibi, edebiyat gibi ciddi sayılabilecek alanlarda kendine bir ifade imkanı buldu. Oyun değer kazandı kazanmasına ama ciddiyetle olan bağı, zorunlulukla ilişkisi, dahası Huizinga'nın sözünü ettiği adaletle akrabalığı hiçbir zaman yeniden kurulamadı.
Kurulabilir miydi Ben bu sorunun cevabını Atay'ın kitaplarında aradım. Çünkü tuhaf bir biçimde bu kitapların da kaderi, yuarıda sözünü ettiğimiz tartışmaya, oyun-ciddiyet karşıtlığının bu topraklardaki tarihine yakından bağlı oldu.”